
Son 50 yıl içerisinde, küresel gıda üretimi ve beslenme özellikleri önemli ölçüde değişime uğramıştır. Tarımdaki teknolojik gelişmelerle birlikte gıda üretiminde artma, küresel açlık oranında azalma ve yaşam süresinde uzama gibi olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Fakat küresel açlık oranı, 10 yıl süren düşüşün ardından tekrar artarak 2017 yılında 821 milyona ulaşmıştır.
Günümüzde 7,7 milyar olan dünya nüfusunun 2050 yılında yaklaşık 10 milyara ulaşacağı düşünülmektedir. Artan nüfusun besin ihtiyacını karşılamak için ise önümüzdeki 50 yıl içinde son 10,000 yıldan daha fazla besine ihtiyaç duyulacaktır. Ancak aşırı tarım uygulamaları, aşırı otlama, ormansızlaşma, yanlış sulama uygulamaları vb. faaliyetler toprak verimliliğini olumsuz etkileyerek sürdürülebilirliği azaltmaktadır. Gıda ve su güvenliği, karbon emisyonları, biyoçeşitlilik kaybı ile ilişkili olan toprak bozulumu, ülkemizde her yıl biraz daha artmaktadır.
Gıda Sürdürülebilirliği Endeksi’ne göre Türkiye’nin 67 ülke arasında 58. sırada, sürdürülebilir tarım kategorisinde ise 66 ülke arasında 35. sırada yer aldığı göz önünde bulundurulduğunda gelecek nesillere yaşanılabilir bir dünya bırakmak için hızlı bir şekilde “sürdürülebilir” kavramının hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu yüzden bu yıl, sürdürülebilirlik teması “Daha iyi beslen. Daha az ye. Herkes için gıda” sloganı olarak seçilmiştir. Bu slogan gıdaya, israfa, gezegen kaynaklarına olan bakış açısının değişmesi gerektiğini net bir şekilde ifade etmektedir. Daha iyi beslenme ile sadece sağlığın değil, dünyanın da korunacağı kesindir! Peki sürdürülebilir beslenme nedir?
Sürdürülebilir Beslenme Nedir?
Sürdürülebilir beslenme kavramı, yeni olmamasına rağmen dünya nüfusundaki artış ve iklim değişikliğiyle ilintili olarak son yıllarda dikkat çekmektedir. Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), sürdürülebilir beslenmeyi “Şimdiki ve gelecekteki nesillerin sağlıklarına katkıda bulunan besin ve besin güvenliğinde çevresel olumsuz etkileri düşük olan beslenme” olarak tanımlamaktadır. Sürdürülebilir beslenme, insan ve doğal kaynakları optimize ederken;
- Ekosistemi ve biyoçeşitliliği koruyan, doğaya saygılı,
- Kültürel beslenme alışkanlıklarını koruyan,
- Ekonomik olarak uygun ve erişilebilen,
- Besleyici değeri yeterli,
- Güvenli ve sağlıklı,
- Doğal kaynakların sürdürülebilirliğine katkı sağlayan özelliklere sahiptir.
Dünya’da iki milyardan fazla insan kötü ve yaklaşık 800 milyon kişi yetersiz beslenmekte, bir milyardan fazla kişi ise fazla kilolu ve obezdir. Pek çok araştırmada, hayvansal gıdalar yerine bitkisel gıdaların, doymuş yağlar yerine doymamış yağların tercih edildiği, sınırlı miktarda saflaştırılmış tahılların ve eklenti şekerin yer aldığı bir beslenme şeklinin hem sağlığı hem de çevreyi koruduğu görülmüştür. Bu yüzden meyve ve sebzeler, kabuklu yemişler, yağlı tohumlar ve tam tahıllar dâhil olmak üzere bitkisel gıdaların daha fazla tüketilmesi, hayvansal gıdaların büyük ölçüde sınırlandırılması gerekmektedir. Bu bağlamda “Akdeniz Diyeti” sürdürülebilir beslenme modeli olarak tanımlanmakta, sağlığın iyileştirilmesi ve geliştirilmesi, hastalıkların önlenmesi için önerilmektedir. Çünkü;
- Diyet içeriği bitkisel kaynaklı besinlerden yoğundur.
- Daha az su ve enerji ayak izine sahiptir.
- Daha az seragazı emisyonuna neden olur.
- Bol kuru baklagil önerisi, azotun emilmesini sağlar.
- Azotun emilmesi, daha az gübre kullanımını teşvik eder.
Sürdürülebilir Beslenme İlkeleri Nelerdir?
1. Besin Çeşitliliği: Tüm besin gruplarını fizyolojik gereksinime göre yeterli ve dengeli içeren diyetler; sağlığı geliştirir, besin güvenliğini arttırır, vücuttaki toksik madde yükünü azaltır ve kronik hastalıklara karşı korur. Bu yüzden günlük beslenme planı içerisinde tahıllar, kuru baklagiller, süt ve süt ürünleri, et ve et ürünleri, yağlı tohumlar, sebze ve meyveler yeterli miktarlarda mutlaka bulunmalıdır.
2. Bitkisel Besinlerden Zengin: Et ağırlıklı beslenmeye kıyasla bitkisel yiyeceklerden zengin bir beslenme, tarımsal giderlerde ekonomik kullanım sağlamaktadır. Ayrıca bazı kanser çeşitleri, obezite ve tip-2 diyabet riskini azaltmaktadır. Her gün 3-5 porsiyon sebze ve meyve tüketimine dikkat edilmelidir.
3. Sınırlı Kırmızı Et Tüketimi: Yüksek miktarda kırmızı et tüketimi, kolorektal kanser riskini arttırmaktadır. Ayrıca sığır ve kuzu gibi geviş getiren hayvan yetiştiriciliği, seragazı emisyonunu da arttırmaktadır. Bu yüzden haftada 1-2 porsiyondan fazla kırmızı et tüketilmemelidir.
4. Sınırlı İşlenmiş Et Tüketimi: İşlenmiş etlerin, günde 90-110 gram kadar tüketimi ile bazı kanser türleri, kardiyovasküler hastalıklar ve tip-2 diyabet riski artmaktadır. Beslenmede, işlenmiş etlere oldukça az yer verilmelidir.
5. Yeterli Miktarda Süt ve Süt Ürünleri Tüketimi: Fizyolojik gereksinime uygun miktarda süt ve süt ürünleri tüketiminin, sağlık açısından pek çok yararı bulunmaktadır. Fakat, süt ürünleri seragazı emisyonuna etkisi önemli olan besin kaynaklarıdır. Her gün 2-3 porsiyon tüketim ile hem günlük gereksinimler karşılanabilmekte hem de doğa korunabilmektedir.
6. Balık ve Deniz Ürünleri: Balık ve deniz ürünleri; kaliteli protein, omega-3, EPA, DHA yağ asitleri, B12, A, D vitaminleri, iyot, selenyum, fosfor minerallerinden zengindir. Artan talep nedeniyle aşırı avlanmak, birçok balık türünü tehdit altında bırakmaktadır. Bu yüzden, balık ve deniz ürünleri haftada 1-2 porsiyon tüketilmelidir.
7. Sınırlı İşlenmiş Besin ve Eklenmiş Şeker Tüketimi: İşlem uygulanmış ve yapısı tekrar oluşturulmuş besinler, tam bir yiyeceğin metabolik etkisi gibi değildir. Eklenmiş şeker ve fruktoz obezite, diş çürükleri, karaciğer yağlanması, trigliserit artışı, insülin direnci ve iştahı olumsuz etkilemektedir.
8. Omega 6/ Omega 3: Yüksek omega 6/ omega 3 oranı kalp damar hastalıkları, tip-2 diyabet ve genetik yatkınlığı olan kişilerde meme, prostat kanseri risklerini arttırmaktadır. Doymuş yağ alımı mutlaka sınırlandırılmalıdır. Doymuş yağ yerine fenolik bileşikler, oleuropein ve hidroksitirosol antioksidanları, A, C, E ve K vitaminleri, kalsiyum, potasyum, fosfor, kükürt, magnezyum, demir, bakır gibi mineralleri bolca içeren zeytinyağı, ana yağ kaynağı olmalıdır.
9. Su Kaynaklarının Kullanımı: Su güvenliği, başlıca sorunlardan biri olup pişirme ve besin üretimi için kullanılan suyun azaltılması, musluk suyunun güvenli olduğu yerde şişe su yerine kullanımı önerilmektedir. Bu, plastik şişe kullanımını da azaltarak doğayı korur.
10. Besin Atıklarının Azaltılması: Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, dünyada insanların tüketimi için üretilen besinin yaklaşık üçte birinin kaybolduğunu veya israf edildiğini belirtmiştir. Bu da yaklaşık olarak 1,3 milyar ton besine eşdeğerdir. Besin atıklarının azaltılması, israfın önüne geçerek açlık ile mücadele etmeyi, seragazı salınımında önemli derecede azalmayı ve besin güvenliğinin korunmasını sağlayabilir.
11. Güvenli ve Sağlıklı Besine Erişim: Herkese eşit olarak uygun fiyatlı, besleyici ve güvenli besin zinciri uygun şehir planlamasının teşviki yapılmalıdır.
Unutmayın ki birey olarak sağlıklı yaşam sürmemiz yeterli değil. Sağlık kavramının bireysel değil, küresel olarak ele alınması gerektiği bir süreç içerisindeyiz… Bu yüzden vitamin, mineral ve antioksidanların alımını artırmak için daha fazla sebze ve meyve tüketmeye; çevreye olumsuz etkilerini azaltmak amacıyla et, kümes hayvanları ve balığın yerine bitkisel kaynaklı protein kaynaklarının tüketimini arttırmaya, besin atıklarını ve su israfını azaltmaya yönelik değişiklikleri yapmaya en kısa zamanda başlamalıyız.